Friday, September 01, 2006

ortaokul yılları episode 2

anılar, şimdi gözümde canlandılar
anılar, beni bu akşam ağlattılar

Çoşkun Sabah


şimdi bizim ortaokul yıllarımız- ki 90lı yıllara tekabül eder- şimdiki gençlere göre daha ezik, daha utangaç bir şekilde geçti. Yani bir kızın yanına gidipte meramımızı anlatmak çok büyük meseleydi, utana sıkıla gidip işte “yav bizim bir arkadaş var, senden çok hoşlanmış..” gibisinden bir tanışma seramonisi yapardık ki şimdi düşününce o metodla gerçekten de kaybetmeye mahkummuşuz.

Neyse yani o ahval ve şerait içinde tabi bu ‘yanşamama’, 'kendini ifade edememe' durumunu başka bir takım simgesel gösterilerle aşmaya çalıştık haliyle. Yani nedir bu simgesel şeyler, ne bileyim mesela okul bahçesindeki maçlarda rövaşata golü atınca bütün manitalar hasta olacak sanıyoruz. Oysa kafaya ranbo misali bağladığın o kravatla hangi kız hasta olacak sana ey sefil?

İşte biz bu gaflet uykusunda kendimizi türlü maymunluklarla hırpalarken, sınıfın hatta okulun bütün erkeklerini etkileyen bir gelişme oldu (bak bu kısım tam gençlik filmlerindeki gibi). Orta sona geçtiğimiz yıl sınıfa yeni bir çocuk geldi. Bu ipnenin çocuğu orta 2ye kadar yurtdışında yaşamış, bir de bizden 2 yaş kadar büyük. Haliyle bizden de iri, üstüne üstlük sarı saçlı mavi gözlü yakışıklı bir şey. Tabi herifte şahane de yabancı dil var, ingilizce dersinde hocayla muhabbet ediyolar karşılıklı, bizde bakıyoruz “nooluyo lan” diye. O zamanlar yok tabi ingilizce, nerden olsun. Tabi bu durum sınıfın kızlarının da dikkatini çekince biz biraz kıllanmaya başladık. Ama dedik ki “oğlum bu zengin bebesi, süt çocuğu, beden dersinde aklını alırız kafasına veririz topu rezil ederiz.” Bak bak. Laflara bak. Van basten’iz ya hepimiz. Lan beden dersi geldi, herif nerde öğrenmişse futbolu artık, top cambazı gibi hepimizi sıraya diziyor, kaptan gibi maçı yönlendiriyor...bir anda sınıf takımının yıldız forveti oldu şerefsiz. O şerefsiz beden hocası da nasıl hemen sattı beni, “sen biraz da defansta oyna” diye. Hayallerimi yıktınız lan!neyse...

Futbolda yaşadığımız hezimetten sonra, dedik kendimizi kaybetmeyelim, daha bunun basketbolu var. O zamanlarda ben samsun dsi sporda oynuyorum ayıptır söylemesi, üç beş bişeler biliyoruz basketbola dair, diğer sefiller gibi karpuz sallayışı yapmıyorum yani potaya. Bi punduna getirdik ders çıkışı maç ayarladık, kızlar mızlar da izliyor. Ayarlamaz olaydık. Lan arkadaş adam sportmen billy çıktı, basketbolda da elimize verdi, orda okul takımında mıymış neymiş. Hadi diğer basketbol cahili sefilleri geçtim zaten de benden nasıl çaldı o topları belli değil... “yaşı büyük, bizden uzun ondan” diye avuttuk kendimizi. Tabi bu arada çocuğun karizma gittikçe büyürken, bizim sınıfın kızları neznindeki zaten pek iyi durumda olmayan itibarımız dibe doğru yaklaşıyordu. (şimdi burda bir parantez açıp o ergen kendime seslenmem lazım. Lan bre gafil, sıraların üstünde deve güreşi yaparak o kızları nasıl etkileyeceğini sanıyorsun zaten?)

Sonra, ilerleyen haftalarda bu sportmen billy’nin aynı zamanda jimnastikçi olduğu da ortaya çıktı, herif okul bahçesinde geri geri 5 parende atıp, kombinasyonu da havada ters taklayla bitirince bu adamın tanrının kılıcı olarak günahlarımızı cezalandırmak için gönderildiğini anladım. Ama en acısı da o havada ters taklayla biten gösteriden sonra kopan alkışlardı. Kızların gözündeki hayranlık dolu bakışlar sanki ebedi bir lanetin ilk işaretleriydi. Gittim potaların yanında oturdum ağladım...

Tabi biz sınıfın gururu kırık erkekleri olarak, bu duruma düşmüş her türk gencinin yapacağı gibi bu ipnenin çocuğunu evire çevire dövme planları yapıyorduk ki, adamın kung-fu da siyah kuşak sahibi olduğunu öğrenmemizle bu plandan da gözyaşlarıyla vazgeçtik. Yenilgiyi kabul etmiştik artık. Oysa kaderin bize oynayacağı oyunlar daha yeni başlıyormuş. Ey cenabül rabbülalemin! Daha sabi yaştaki o çocuklara bunca cefayı niye reva gördün ey bağışlaması bol rabbim?

to be kontinyut
 
Related Posts with Thumbnails